20071120

yalvar-t-mak

bir de bunla alakalı durumlar vardır.insanların kendi dirençlerini kırıp acizliklerini dile getirmelerindeki kişisel miladı görüp daha fazlasını istemeler.
bir kere söyledin mi aciz olduğunu,bir şeye ihtiyacın olduğunu bunu ağdalı bir şekilde sürekli gözlere sokmanı isterler.
aslında buna şaşırmıyorum,uzun süredir insanların bir başkasının acısındaki şiddetten hastalıklı bir zevk aldığını farketmiş bulunuyorum.
ama neden tenkit ettiğin bir durumun sürekliliğini tetikleyici şeyler yapılır?
düştüğünü söyledin mi?o zaman fazlasına da katlanmalısın,durup dururken ağlamaya,yalvarmaya,dilenmeye,kıç yalamaya
yeter ki tatmin edilecek olan vicdanlar doygunluğa ulaşsın ve amaca ulaşılsın.
bu bağlamda ihtiyacı olanın,yardım isteyenin tetikleyici olduğunu düşünmekten öte bu duruma bunu görüp kendi hallerine şükretmek,durumu tenkit etmek,bazı bazı bundan zevk almak için sotede bekleyenlerin sebep olduğunu düşünüyorum.
evet tam da böyle düşünüyorum.
ihtiyacım var ki dile getirmişim ,belki de getirememişim,yüzümdeki ifade ile ima etmişim daha fazlasını istemenin ne gibi bir faydası olabilir?
hastasınız hepiniz.
bunu yaparken yaptığını farkedip kendini yakalayan buna rağmen devam eden herkes hastalıklı.
yeri geldiğinde ben bile.

4 yorum:

pudra dedi ki...

dont make me beg özetle şu oluyor beni yalvartma zaten kader sillesini çakmış bana.beni yorma.tipimden anla

bunu idrak ettiğinizi varsayıyorum,olmadı gördüğünüz ve okuduğunuz üzere açıklıyorum.önce yorumu okuyun sonra yazıyı.tersten yaşıyorum bu da öyle ters olsun

Taylan dedi ki...

bilinçsiz bir şekilde önce yorumu okumaya yeltenmiştim. tesadüfün bu kadarı yaprağım dedim kendi kendime. yapragğımda benim bende...

tarkan ikizler dedi ki...

biraz da hayata bakış açısıyla ve yaşadıklarınla bu tip duyguları karşılarsın diye düşünüyorum. mesela biz de bu tür bir şey mezarlıkların yanından geçerken oluşur, bir kasvet, bir hüzün, bir başı öne eğiş ve ölümün bir hakikat olduğu fikriyle ruhun eğilip bükülmesi yaşam alanlarıyla iç içe geçmiş mezarlıkların bizim gibi ülkelerde yer alması bunu daha da arttırır çünkü bizim gibi toplumlarda ölümden sonraki hayatın anlamı farklı yorumlanır. ve sonra uzaklaşırsınız bir şekilde mezarlığın yanından geçip gidiverirsiniz kendi kendinize ben hâlâ yaşıyorum en azından dersiniz. Avrupalı (ve bazı farklı) kültürlerde bu yüzden mezarlıklar ya şehrin dışındadır ya da şehrin üçra köşelerindedir (ya da en azından duvarları bizim mezarlıklardan daha yüksektir)amaç ibret olsun diye sergilemekten çok hatıralar ve saygı için ziyaretin dışına pek çıkmamaktadır... bizden daha kötü durumda olan birinin aczinden kendine sevinecek bir durum ya da moralini düzeltecek bir ben daha iyi durumdayım ruh pozisyonu yaratabilmek için hiçbir şey yaşamamış hayatın acılarını tatmamış olmak gerekir. ve yine bu yüzdendir ki biz de derneklere dönüşen sosyal yardım kurumlarına kurumsallaşamamış bir dilenci vakfı gibi bakılır. çocuk ağlar avuç açar eline parayı bırakıverirler ama bin tane çocuğa yatacak yer yiyecek yemek veriyoruz diyen kuruma bağışta bulunmakta ruhsal bir zorunluluk hissetmezler...

pudra dedi ki...

bahsettiğim bu değil.
mesela bir insan ölüyor,sessiz sakin,nedensiz alakasız normal şekilde.
ve kişinin söyledikleri araştırılıyor,bak bak dün umarım görüşürüz demiş arkadaşına demek ki içine doğacakmış öleceği
ya da evden çıktığında penceredeki bilmemnesine el sallmıştır esasında manası olmayan ama sonradan mana biçileceğinden habersiz bir şekilde.
ölümleri şekillendirip,onlardan kendilerimize pay çıkarmak,yaşamı,acıları hatırlamak ve bir şekilde mazoşist bir tokat çakmak suratımıza.
hepsi bu ve bunun türevi oluyor.